9.Bölüm
Tekfirin Şartları
Bu açıklamalardan anlamış olmasın ki tekfirle ilgili düşünceler şu hususlara bağlıdır.
1. Zahiri manası terk edilen şer’i nassın hakikaten tevile ihtimali var mı, yok mu? Eğer ihtimali varsa yakın bir ihtimal mi yoksa uzak bir ihtimal mi? Sonra tevili kabul eden nassı ve tevili kabul etmeyen nassı birbirinden ayırmak hiç de kolay bir şey değildir. Hiç şüphesiz ki bu işin üstesinden ancak lügat ilminde uzman ve mahir olan, Arap dilini ve kurallarını iyi bilen, bu dildeki mecaz, istiare, atasözleri ve kullanış şekillerini tüm ayrıntılarıyla gayet iyi bilen bir kişi gelebilir.
2. Zahiri manası terk edilen nas, tevatür yoluyla mı, ahad yoluyla mı yoksa sadece icma ile mi sabit olmuştur? Şayet tevatüren sabit ise tevatürün şartlarına uygun mu, değil mi? Çünkü bazen müstefiz hadis mütevatir zannedilebilir. (Tevile konu olan nassın mütevatir mi ahad mi olduğunu tesbit etmek zordur. Zira halk arasında genellikle müstefiz haberlerin mütevatir olduğu sanılmaktadır.
Müstefiz; ikiden fazla tariki olan fakat tevatür derecesine ulaşmayan hadis demektir.
Tevatür, peygamberlerin ve meşhur beldelerin varlığı gibi sübutunda şüphe olasılığı olmayan şeydir. Bir haberin mütevatir olabilmesi için Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem) zamanına varıncaya kadar tüm asırlarda mütevatir olması gerekir. Dolayısıyla herhangi bir asırda tevatür sayısından düşüş düşünülemez. Zaten tevatürün şartı, böyle bir noksanlık ihtimalinin olmamasıdır. (Bir haberin tevatürü için şart olan ravi sayısında herhangi bir asırda eksikliğin bulunmamasıdır.)
Diğer yandan bir haber tevatür derecesiyle asırdan asıra bize ulaşsa bile yine de kesin bilgi ifade etmeyebilir. Özellikle mezhep mensupları arasında taassup sebebiyle birçok kimsenin aralarında bağlantı kurup bir konu üzerinde anlaşabilmeleri düşünülebilir. Nitekim Rafiziler, Hz. Ali’nin (radıyallahu anh) halife tayin edilmesinin kendilerince mütevatir olan nas ile sabit olduğunu iddia ederler.
Çünkü bu (yalan) haber onlar arasında tevatür derecesine ulaşmıştır. Muhaliflerinin nezdinde ise birçok konuda tevatür derecesine varan haberlerin aksi olan haberler tevatür derecesine varmıştır. Hiç şüphesiz bu durum, Rafiziler’in yalan söyleme hususundaki anlaşmaları ve uydurdukları yalana uyma konusundaki kabiliyetleri sebebiyle meydana gelmiştir.
En zor anlaşılan ve bilinen meselelerden biri de icmaa dayanan hususlardır. Bir konuda icmanın bulunduğundan söz edebilmesi için bu konu ile ilgili ehlü’l-hal ve’l-akd (meseleleri çözen ve neticeyi bir karara bağlayan) ehil kimselerin bir araya gelmiş ve açık bir şekilde fikir birliğine varmış olmaları şarttır.
Bazılarına göre bu fikir birliğinin bir asır boyu sürmesi gerekirken, bazılarına göre ise bu fikir birliğinin oluşması için imamın (halife veya hükümdarın) farklı bölgelerde bulunan alimlere mektup yazması, onların fetvalarını alması, bir daha da ihtilaf edilmeyecek ve dönülmeyecek bir ittifakla karara bağlanması gerektiğini belirtmiştir.
İcma ile karara bağlandıktan sonra görüş bildiren alimlerden biri daha sonra fikir değiştirmesi halinde tekfir edilir mi, edilmez mi? Çünkü bazılarına göre ihtilaf edilmesi caiz olan bir müddet içinde ittifakın devam etmesi muhtemel olduğu gibi onlardan birinin dönmesi de mümkündür. Bu durumda onların ittifakı rastlantıya hamledilir ve bundan sonra onlardan birinin dönmesine de mani olunmaz. Bu hususun bilinmesi de gerçekten zordur.
3. Tekfire konu olan haber, söz sahibine tevatüren ulaşmış mı? Veya söz konusu meseledeki icma kendisine ulaşmış mı? Bunun üzerine düşünmek gerekir. Zira daha sonra doğan bir insanın hangi haberlerin tevatür derecesine ulaştığını, hangi hususların icma ile sabit olduğunu ve hangi meselelerin ihtilaflı olduğunu bilmesi pek de kolay değildir. Bunlar tedricen anlaşılır ve yavaş yavaş öğrenilir. Önceki alimlerin icma ve ihtilaf ettiği mevzularda yazılmış eserler okunarak öğrenilir. Sonra bu konular bir iki kitap okumakla kavranabilecek şeyler değildir. Çünkü bununla icmanın mütevatir olduğu anlaşılmaz.
Nitekim Ebu Bekir el-Farisi (rahimehullah), icma ile sabit olan meseleler hakkında bir eser yazmıştır. Fakat yazdıklarının çoğu, icma ile sabit değildir diye reddedilmiştir. Dolayısıyla kendisine göre henüz tevatürü sabit olmayan bir hususta icmaa muhalefet eden bir kimse cahil ve hatalı olsa da tezkipçi değildir, tekfir edilmesi de imkansızdır.
Elbette ki bu konuda hakikati öğrenmek için çaba sarf etmek basit bir şey değildir.
4. Bir kimsenin nassın zahiri manasına muhalefet etmesine sebep delil, delil olma şartına haiz mi, değil mi? Buna da bakmak lazımdır. Delilin şartları ile ilgili bilinmesi gereken bilgiler ancak ciltler dolusu açıklamalarla mümkün olabilir. El-Kıstasu’l-Müstakim ve Mihaku’n-Nazar adlı eserlerimizde yazdıklarımız bunun için birer örnektir. Ancak zamanımızdaki birçok fıkıh aliminin istidadı, delilin şartlarını yeterince anlamaktan acizdir. Halbuki bunu bilmek şarttır. Bu nedenle şayet delil kati ise, uzak da olsa tevil etmek caizdir. Eğer delil kati değilse, bu durumda yakın ve akla ilk gelen manaya tevil caiz olur.
5. Bir kimsenin söylediği sözün dine verdiği tahribat az mı, çok mu? Buna da bakmak gerekir. Şayet dine verdiği zarar az ise, söylenen söz zahiren batıl ve çirkin olsa bile iş basittir. Mesela on ikinci imamı bekleyen Şia’nin İmamiyye fırkasının, “İmam bir mahzende gizlenmiştir ve çıkacağı zamanı beklemektedir” demeleri gibi…Elbette ki bu söz yalan ve çirkin bir sözdür, batıl olması da ortadadır. Buna rağmen dine herhangi bir zararı yoktur. Bunun zararı sadece ona inanan ahmak içindir. Zira bu ahmak, her gün imamı karşılamak için şehrin dışına çıkar sonra da evine eli boş olarak geri döner.
Bu sadece bir örnektir. Bu örneği vermekten maksat, batıl olduğu aşikar olsa bile, her hezeyana tekfirin gerekmeyeceğidir. Bundan dolayı tekfir edilmeleri gerekmez.
İşte tekfir hükmünü vermenin, ancak zikrettiğimiz konularda derinlemesine bilgi sahibi olanların işi olduğunu anladın. Oysaki bu ince meseleler, nice büyük alimin bile herbirini bilemediği makalelerdir. Bundan dolayı bir kimsenin sırf İmam Eş’ari’ye (rahmetullahi aleyh) veya bir başkasına muhalefet etti diye tekfir edilmesi, tekfir edenin ne kadar cahil ve tehlikeli biri olduğunu gösterir.
Fıkıhtan başka bir şey bilmeyen kimse, önüne geleni tekfir etmek gibi tehlikeli bir işe nasıl girebilir? Fıkıh ilminin hangi bölümünde bu konularla karşılaşır ki?
Bu nedenle tek sermayesi fıkıh olup, insanları tekfir ve tadlil ile (sapıklıkla) suçlayan bir fıkıh alimi görürsen hemen ondan yüz çevir. Dilini de kalbini de onunla meşgul etme! Zira sahip olduğu bilgilerle insanlara meydan okumak, kendini alim sanan cahillerin bir özelliğidir. Cahiller bu arzudan kendilerini alamazlar. Zaten halk arasındaki ihtilafın çokluğu da böyle kimselerden kaynaklanmaktadır. Şayet alim geçinen cahiller aradan çekilip sussalardı, halk arasındaki ihtilaf da azalırdı!
İman ve Küfür Çizgisi – İmam Gazali (rahmetullahi aleyh)
EmoticonEmoticon