Hayırla Geldiniz
Namazın Manası
Namaz, rükû ve secdeyle iki büklüm olarak, halka gibi Hak kapısını çalmaktır:
“Hz Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), Rükû ve secde varlık halkasını Hak kapısına vurmaktır’ dedi. Kim o kapının halkasını döverse, elbette ona devlet baş gösterir.”
Namaz Allah Teala ile özel konuşmaktır:
“Namaz kılan, gizlice Rabb’iyle konuşur ve görüşür.”
Namaz için “Allahüekber” diyerek tekbir getirmek, nefsi Hakk’a kurban etmektir:
“Ey imam, namaza başlarken ‘Allahüekber’ demenin manası şudur:’Allahım, biz senin huzurunda kurban olduk.’ Kurban keserken ‘Allahüekber’ dersin ya, işte, öldürülmeye layık olan nefsi kurban ederken de bu söz söylenir. O esnada beden İsmail (aleyhisselam), can da Halil İbrahim (aleyhisselam) gibidir. Can, bu semiz bedenin heva ve hevesini kesmek için tekbir getirince beden şehvetlerden, hırslardan kurtulur, namazda ‘bismillahirrahmanirrahim’ demekle kurban olur gider.”
Namazın deruni manalarının bilincinde olan Mevlana’nın (kuddise sırruhü), namaz vakti gelip kıbleye döndüğü zaman mübarek çehresi renkten renge girermiş. Çünkü ona göre namaz, kıyamette, Hak divanında durup, iğneden ipliğe, inceden inceye hesap vermeyi sembolize eder:
“Namaz kılanlar, kıyamette olduğu gibi, Allah’ın huzurunda saflar halinde dururlar, sorguya, hesap vermeye, yalvarmaya koyulurlar.
Namazda göz yaşı dökerken ayakta durmak, kıyamet günü dirilerek, kabirlerden kalkıp mahşer yerinde Allah’ın huzurunda ayakta durmaya benzer. Cenab-ı Hak,
‘Sana verdiğim bu kadar mühlet içinde ne yaptın? Ne kazandın ve bana ne getirdin?’ diyecek. Ömrünü ne ile, ne işlerle, ne gibi ibadetlerle, ne iyilik yaparak harcadın, bitirdin? Sana verdiğim rızkı, kuvveti, gücü ne ile yok ettin? Gözünün nurunu nerede tükettin? Beş duyunu nerede kullandın?
Gözünü, kulağını, aklını, iradeni, bileğini, arşa ait olan bu kuvvetlerini neye, nerelere harcadın da onlara karşılık, bu dünyada neyi satın aldın? Sana kazma gibi, bel gibi el, ayak verdim. Onları sana ben bağışladım; onlar ne oldular?’ Allah’ın huzurunda bunun gibi derde dert katan yüz binlerce haber, sual gelir.
Namazda kıyamda iken, kula gelen bu sözlerden kul utanır, utancından iki büklüm olur, rükûa varır. Utancından ayakta durmaya gücü kalmaz, rükûda, ‘Sübhane rabbiye’l-azim’ diyerek Allah’ın noksan sıfatlardan beri olduğunu söyler.
Sonra o kula Hak’tan ferman gelir,
‘Başını kaldır da sorulan sorulara cevap ver!’ denir. Kul utana utana başını rükûdan kaldırır, fakat dayanamaz; o günahkar, utancından yine yüzüstü yere kapanır.
Ona tekrar,
‘Secdeden başını kaldır da, yaptıklarından haber ver’ diye ferman gelir. O bir kere daha utanarak başını kaldırır ama, dayanamaz yine yılan gibi yüzüstü düşer.
Cenab-ı Hak,
‘’Tekrar başını kaldır da söyle, yaptıklarını kıldan kıla, birer birer senden soracağım’ diye buyurur.
Allah’ın heybetli hitabı, onun ruhuna tesir ettiği için, ayakta duracak gücü kalmamıştır. Bu ağır yük yüzünden kadeye varır, dizleri üzerine çöker. Cenab-ı Hak ise,
‘Hadi söyle, anlat!’ diye buyurur.
‘Sana nimet vermiştim, nasıl şükrettiğini söyle; sana sermaye vermiştim, onunla ne kâr elde ettiğini göster.’ Kul yüzünü sağ tarafına döndürür, peygamberlerin ruhlarına ve meleklere selam verir. Onlara niyazda bulunur da der ki:
‘Ey mana padişahları, bu kötü kişiye şefaat edin, bu günahkarın ayağı da, örtüsü de çamura battı.’ Peygamberler selam verene derler ki:
‘Çare ve yardım günü geçti, gitti. Çare dünyada olabilirdi, orada hayırlı işler yapmadın, ibadet etmedin, o günler geçti.
Ey bahtsız kişi, sen vakitsiz öten bir horoz gibisin; git, bizi üzme, bizim kalbimizi kırma.’
Kul yüzünü sola çevirir, bu defa akrabalarından yardım ister, onlar da ona,
‘Sus’ derler. ‘Ey efendi, biz kimiz ki sana yardım edelim, elini bizden çek de kendi cevabını Allah’a kendin ver’ derler.
Ne bu taraftan, ne o taraftan bir çare bulamayınca, o çaresiz kulun gönlü, yüz parça olur.
O herkesten ümidini kesince, iki elini açar, duaya başlar:
‘Allah’ım, herkesten ümidimi kestim. Evvel ve ahir kulunun başvuracağı, sığınacağı sensin; senin rahmet ve mağfiretine son yoktur.’ Namazdaki bu hoş işaretleri gör de sonunda, kesin olarak işin böyle olacağını anla. Aklını başına al da namaz yumurtasından civciv çıkar, yani namazdan manen yararlan, yoksa dane toplayan bir şey öğrenememiş kuş gibi, Allah’ın büyüklüğünü düşünmeden yere başını koyup kaldırma.”
Namaz Hakk’a Yolculuktur
Sular temizlenmek için buhar halinde göklere yükseldikleri gibi, bir mümin de manen temizlenmek için namaza durur. O da su gibi göklere yükselmek ister. Müminin namaza durması da onun ötelere, mana alemine, sefere çıkması ve Hakk’ın huzuruna varması sayılır. Namazı bitirmesi göklere doğru yaptığı seferden dönmesi sayılır. Seferden dönen bir kimse, ailesine dostlarına selam verdiği gibi, namazı kılan mümin de namazı bitirince iki tarafına selam verir. Mevlana (kuddise sırruhü) bu gerçeği, şu özlü ifadeleriyle dile getirir:
“Hz Peygamber (sallallahu aleyhi vesellem), ‘Ey sesi hoş, nağmesi hoş Bilal, ezan okunacak yere çık da bir ezan oku!’ diye buyurur. ‘Ruh sefere çıktı, beden ise ayaktadır. Namaz bitince, ruh seferden dönmüş olur. Onun için sağına soluna selam verir.’”
Aşıkların Namazı Hz. Mevlana (k.s.) - Prof. Dr. Abdulaziz Hatip
Beş vakit namaza sarılalım!
Sevgili kardeşlerim!
Ellerimiz enselerimize bağlanıp, ayaklarımıza ateşten zincirler vurulup ve korkunç zebaniler tarafından yerlerde sürüklenip Cehennem’e atılmak istemiyorsak, Allah rızası için can simidimiz olan beş vakit namaza sarılalım.
Neden mi?
Zerre zerre (en küçük) günahların ve zerre zerre sevapların mizana konduğu günde, kabul olunan bir vakit namazın sevabı mizanda ki günah-sevap dengesini alt üst edeceği gibi, kılınmayan bir vakit namazın günahı da günah-sevap dengesini alt üst edecektir.
Taberani’nin rivayet ettiği bir hadiste, Peygamberimiz;”Kıyamet (mahşer) günü, kulun sorgulaması namazdan başlayacaktır. Eğer, beş vakit namazı tamam ise, felaha (Cennet’e) kavuşacak, namazı noksan ise hâb-ü hüsranda (Cehennem’de) kalacaktır.”
Müslim’in rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz:”Kişi ile küfür (kafirlik) arasındaki fark, namazı terk etmektir.” buyurmuştur.
İslamın temel ilkelerinin ikincisi olan beş vakit namaz, imana en yakın bir ibadet olduğu gibi; Beş vakit namazı terk etmek de, küfre (kafirliğe) en yakın bir günahtır.
Beş vakit namazı kılmak ve kılmamak, birbirinin tam zıddı iki karşıt uçlardır.
Tekbirle başlayıp, selamla noktalanan namazın son uzantısı, Cennet ve Cemalullah’tır.
Gafletle başlayıp, inatla noktalanan namazsızlığın son uzantısı, Cehennem ve azaptır.
Yüce Allah buyuruyor;”Mü’minler, kesinlikle felaha (Cennet’e ve Cemalullah’a) kavuştular. Onlar, namazlarında huşu edicilerdir (Namazlarını inanç, bilinç, ihlas ve huşu ile kılıcıdırlar.).” (Mü’minun 1-2)
Allah’a inanan ve namazlarını dosdoğru, güzelce ve huşu, huzur ile kılanlar, kesinlikle Cennet’e ve Cemalullah’a kavuşacaklardır.
Ya namaz kılmayanlar?
Cennet ehli Cennet’e ve Cehennem ehli Cehennem’e girdikten sonra, Cennet’tekiler mücrimlere (günahkarlara) soracaklar;
“Sizleri (en kızgın) Sakar Cehennem’ine sokan nedir?
Diyecekler ki, bizler namaz kılıcılardan değildik.” (Müddessir 42-43)
En kızgın ve en korkunç Sakar Cehennem’inde yana yana kara kömüre dönen günahkarlara suçları sorulduğu zaman, öncelikle namaz kılmadıklarını söyleyecekler ve namazsızlığın en büyük suç ve günah olduğunu itiraf edecekler.
Yedi Açıdan Namaz - Ahmet Tomor Hocaefendi
Önemli bir olay, gündem!
Senin gündeminde 24 saatte namaz yok ki, namaz kılamayışını bir mazeret listesiyle savunasın. Ne kadar ayıp bir şey ya... Ya gündeminde örtü olsa yolunu bulursun bacım. Gündeminde zikir olsa bir ara arazi olur çekersin. Gündeminde arkadaşlar güzel şeyler olsa Allah fırsat yaratır. Gündeminde yok..! Bugün gündemimde bir cüz Kur'ân-ı Kerîm okumak var, Ya Rabbi fırsat yarat derseniz, Allah size bir fırsat yaratır. Bugün de Kur’an'a elimi sürmeden uyuyacağım dersen, bir de utanmadan çok meşgulüm, çok yoğunum, Kur’an'a da zamanım kalmıyor. Allah beni affetsin cümlemizi falan gibi böyle köfte yuvarlayan tipler olmak yok arkadaşlar. Önemli bir olay, gündem!
| Abdülmetin Balkanlıoğlu Hocaefendi
VESVESEDEN KURTULMANIN PRATİK ON ÇARESİ
İslam alimleri hastalık haline gelen vesveseden kurtulmanın yollarını şöyle sıralamışlardır:
a) Samimiyet içinde Allah’ı anmak, vesvese ve şeytandan Allah’a sığınmak,
b) Kişinin kalbinin onaylamadığı düşüncelerin kendi inançları olmadığını bilmek ve kötümserlikten kurtulmak,
c) İsteği dışında içinden geçen düşüncelerin kendi inanç ve düşünceleri olmadığını bilip endişe ve korkudan uzak durmak,
d) Yılanın aynadaki yansımasının insana zarar vermediği gibi iradesi dışında hayaline gelen sahnelerin kalbine zarar vermeyeceğini bilmek,
e) Dinin “kolaylık” olduğunu, Allah’ın kulları için zorluk değil kolaylık dilediğini düşünerek ameli hayatını yürütmek,
f) İçinden geçen olumsuz düşünce yahut sahnelere önem vermemek, önem verdikçe rahatsızlığın artacağını dikkate almak.
....
VESVESEDEN KURTULMANIN PRATİK ON ÇARESİ
1. Vesvese, imanın kuvvetindendir.
Önce hemen şunu belirtelim ki, vesvese çok korkulacak bir şey değildir, çünkü iman var ki, vesvese geliyor.
Sahabe-i Kiram'dan Efendimiz'e gelip, “Ya Rasûlallah, vesveseye mübtelâyım” diyen birine, Efendimiz (sav)'in cevabı, “Endişe edilecek bir şey yok; o mahz-ı imandır, imanın kuvvetindendir” şeklinde olurdu.
Şeytan, sizde de iman cevheri, ibâdet hazinesi, namaz ve dine hizmet cevheri olduğunu bildiği içindir ki, korsanlık yapmakta ve size karşı taarruza geçmektedir. Korsanlık, belki denizlerde yapılan şekliyle tarihte gömülmüştür ama, şeytana bakan yönüyle Âdem (as) ile başlamış olup, kıyamete kadar da devam edecektir.
Nasıl deniz korsanları, hazine taşıyan zengin gemilerine tecavüz eder ve define bulunan adalara saldırırlar, öyle de şeytan dahi, mü'minin iman cevheri taşıyan kalbine hücum eder. Zaten o, tamtakır, kupkuru ve bomboş kalblerle uğraşmaz; böylelerine vesvese okları göndermez.
Hırsızlar bile zengin evleri kollarlar; Doğu'nun ve Batı'nın kâfir ve zâlimleri de öyle değil mi?..
Vesveseye düşen mü'min, “Şeytan bütün cephelerde mağlûp oldu; bu yüzden, şimdi de iman ve İslâm'a ait vesveselerle, şüphelerle beni meşgûl etmek, hazineme el atmak istiyor; ama, benden bir şey koparamayacak.
Bu, onun son çırpınışlarıdır; bir gün gelecek, benden bir şey koparamayacağını anlayınca çekip gidecektir.. kapıma haydut kılıklı birinin gelip, birkaç gün el açtıktan sonra çekip gitmesi gibi. Hoş, gitmese de kapılar ona sürmeli ve beni koruyan kale de çok sağlam; bana Allah’ın izniyle hiç bir şey yapamaz” diye düşünmelidir.
2. Vesvese, kalbin malı değildir:
Kalb rahatsız olduğuna göre, vesvese kalbe mal edilemez; çünkü eğer o, kalbin malı olsaydı, kalb ondan rahatsız ve tedirgin olmayacaktı ve böyle bir kalble şeytan da uğraşmayacaktı...
Kalbin rahatsız ve tedirgin olması şundandır: Kalb, vesveseye razı değil, sahip de değil; vesvese ile arasında manâ ve mahiyet bakımından bir münasebet olmadığı içindir ki, kalb vesveseden rahatsız olmaktadır.
Kişinin gösterdiği reaksiyondan, ateşinin yükselmesi, kaşlarının çatılması, başının ağrıması, iştiha ve ağız tadının kaçmasından anlıyoruz bunu; tıpkı vücuda giren yabancı mikroplara ve bu mikropların fizyolojik yapıda açtığı rahnelere, meydana getirdiği arızalara karşı vücudun muharipler üretmesi, antikorları devreye sokması ve bu ciddi muharebenin meydana gelmesi neticesinde hararetin yükselmesi gibi. İşte, şeytanın da kalbimize gönderdiği bizim malımız olmayan yabancı hayâl, düşünce ve vesveselere karşı mânevî yapımız, iman potansiyelimiz, âdeta antikor üreterek, bu şer ve şerareler ordusuna karşı kavga vermekte, bunun neticesinde de ateşimiz yükselip, kalbimiz sıkılmaktadır. Eğer, vücudumuz herhangi bir mukavemette bulunmuyor ve boğa yılanı görmüş bir keçi gibi hemen teslim oluyorsa, o zaman, AİDS virüsüne karşı antikorların teslim-i silah ettikleri gibi, bizde de iş bitmiş demektir. Gelen vesvese karşısında kalbimiz, imanımız mukavemet etmezse, o zaman vesvese de olmaz, hararet de yükselmez! Bu, “Gel, ne istersen yap!” demektir ki, şeytanın da istediği budur.
3. Vesveseye maruz kalb, içine kötülerin çer-çöp attığı pınara benzer: meseleyi bir de şöyle düşünebiliriz: Berrak, saf ve tertemiz bir su kaynağı var; bileşikleri, tadı ve takdim ettiği şifasıyla zemzem suyu gibi bir su kaynağı. Herkes tarafından mâlum ve meşhur hale gelmiş, dünyâca da kabûl edilmiş mübarek bir kaynak. Şimdi, hain biri geliyor, sinsice kaynağa yaklaşıp, su üzerine boya, toz, çer-çöp döküp kaçıyor.
Siz bunu görünce, “Eyvah” diyorsunuz; “Pınarım kurudu, mahvoldu, pislendi ve ölüp gitti!” Oysa, hakikat böyle değildir. Akan su, üzerinde atılan o çer çöpü götürecek ve safiyetini muhafaza edecektir. Sizin kalbiniz, imanınız berrak, pırıl pırıl bir pınar ise, o zaman bulandırmak için üzerine atılan tozun, toprağın ona hiç bir zararı olmayacaktır.
O toz, toprak akıp gidecek ve sizin menba'ınız her zaman temiz kalacaktır. Demek oluyor ki, o bulanıklık pınarın kendinden değil... Evet, işte vesveseye maruz kalb de böyledir...
4. Vesvese, iradî olmayıp, fiiliyata da dökülmüyorsa insanı mes'ul etmez:
Bildiğiniz gibi, mükellef ve mes'ul olmada irâde ve şuur şarttır. Hayvanatın yanısıra mecnunlara, aklı, şuuru yerinde olmayanlara teklif yoktur. Bu itibarla, vesvese için irâde devrede değilse ve plân, programı yapıp, “gel” diye kalb ve düşünce kapılarımızı bizzat kendimiz aralamıyorsak, mes'ul sayılmayız. Elverir ki, onu fiiliyata dökmeyelim, işlemeyelim. İrâde, umumiyetle böyle kendi kendine gelen vesveseyi karşısında bulur ve ona mukavemet edemez, çünkü o davetsiz gelir. Ayrıca insan, tedayi-i efkâr ile irâdesi dahilinde olmadan gördüğü, duyduğu ve okuduğu şeylerle de bir takım hatıralara, hayâllere ve düşüncelere maruz kalabilir. Aslında, çok defa bunlardan kurtulmak mümkün de değildir; çünkü insanın bu hali, yaratılışın muktezasıdır.
5. Vesvese, insanın ilerlemesine mani olmayan örümcek ağı gibidir:
Vesvese, kendine has tutarsızlığıyla bilindiği zaman zararlı olmaz. Kur'ân, “Muhakkak, şeytanın hilesi zayıftır” diye ferman etmektedir (Nisa, 4/76). Evet var ama, yok gibidir şeytanın hilesi. Meselâ, iki duvar arasından geçmek istiyorsunuz; bakıyorsunuz ki, bir örümcek, ağlarını gerip yolunuzu kapatmış; döner misiniz, devam mı edersiniz? Örümcek ağı sizin ilerlemenize mâni olabilir mi gerçekten? Şüphesiz hayır; onu bir engel olarak görmez ve hiçbir şey yokmuş gibi yolunuza devam edersiniz.
Efendimiz, şeytanın dalâleti, küfrü, küfranı, günahı ve kötülükleri yaptırmadığını ve elinden tutup da kimseye günah işletemeyeceğini beyan buyurur. Şeytanın yaptığı, ancak fenalıkları süsleyip-püslemek, allayıp-pullamak, cazip ve çekici göstermektir. İyiyi de kötüyü de yaratan, dalâlete de hidayete de sevkeden
Allah (cc)'tır. Rengârenk köpüklerle süslenip imar edilmiş bir saray gibidir şeytanın vesveseleri; fakat altında derin çukurlar bulunur, kilometrelere ulaşan derin çukurlar...
Gelip geçiciliği bilindiği zaman vesvesenin zararı olmaz. Vesvese, üflemekle uçup giden tüy kadar zayıftır.
Bir ara toplanıp sonra dağılıveren bulutlara benzer o; ardından ne yağmur gelir, ne de yel!.. O, uçak yolcularının bir anlığına içine düştüğü hava boşluğu gibidir; ne feryat etmeye değer, ne de dövünüp yakınmaya!..
6. Vesvese, üzerinde durulmadığı ve dert haline getirilmediği takdirde hiçbir zarar vermez:
Düşüncenize bulaşıp da onu kirletmeyeceğini bildiğiniz zaman vesvese zararlı olmaz. Vesvese, hayâl aynasında sönüp gidecek derecede zayıf ve gelip geçici bir iz; leke ve pislik bulaştırmayacak bir görüntü ve çok hafif yansımalardan ibarettir. Akla ve hayâle gelen şeyler, hayır kaynaklı ise akıl ve düşünceyi bir derece nurlandırır; fakat şer kaynaklı bir vesvese ise, o zaman da akla, düşünceye ve kalbe tesir etmez, kir bırakmaz ve zarar da vermez. Elinizde tuttuğunuz aynaya karşıdaki yılanın görüntüsü aksetse, aynadaki o yılanın elinize zararı olur mu? Ya da, aynaya akseden bir pislik elinizi kirletir mi? Veya, elinizdeki aynaya akseden alevli ateş, elinizi yakar mı? Aynenbunun gibi, nasıl karnınızdaki pisliklerin namaza ve elmasın etrafındaki kömür tozlarının elmasa zararı yoksa, aynı şekilde, şeytanın da dışta ya da içte aslî ve zatî bir varlığı ve hüviyeti olsa bile, attığı okların, gönderdiği görüntülerin aslî hüviyeti ve hiç bir zararı yoktur.
Üzerinde durmadığınız, merakla üzerine varmadığınız, sahip çıkıp kabullenmediğiniz, küçük görerek şişmesine meydan vermediğiniz ve bir dert haline getirmediğiniz zaman, vesvesenin hiç bir zararı olmaz. Ona hep tepeden bakacak ve “Allah'ın (cc) izniyle bunun altından vurup, üstünden çıkarım” diyeceksiniz.
7. Vesvese, zararlı tevehhüm edildiği zaman zarar verir:
Şimdiye kadar anlattıklarımızın hilafına hareket edildiği takdirde vesvesenin zararı olabilir. Evet vesvese, zararsız olduğu bilinmeyip, zararlı tevehhüm edildiği zaman zararlıdır. Üzerinde durulup kurcalandığı ve merakla karıştırıldığı zaman zararlıdır o; büyük gördükçe, mühimsedikçe büyür ve bir balon gibi şişerek bizi yutacak hale gelir.
Bir arı kovanı içinde yüzlerce arı bulunur ama, siz önemsemeden kovanın önünden geçer gidersiniz.
Vesvese karşısında da yapmamız gereken şey, bundan farklı olmamalıdır.
Şeytan, zayıf ve geçici bir görüntü karesini hayalimize atar; biz de cazip bulur ve onu işlettirirsek, o bir karelik manzara, hayâl sinemamızda saatleri içine alan bir film şeridi haline gelir de, farkına bile varamayız. Hususiyle yalnız kalınca, bilhassa gençlerde ve hele bu sûretler, nefsâniliğe bakan, bedeni tesir altına alan suretler olursa.
Evet, insan onu alır ve hayâlinde maceralı bir film haline getirir. Halbuki şeytana ait olan, o ilk sahnedir. Öyleyse, o ilk oltaya sahip çıkmamak, takılmamak ve onu işlettirmemek gerekir ki, şeytan da bizi işletmesin ve işlete işlete hayâllerimizi gerçeğe dönüştürmesin; dönüştürmesin ki, biz de neticede o bir karelik görüntünün kurbanı olmayalım.
8. Hassas ve asabî ruhlar, şeytanın vesvesesine önem verip vehme kapılmamalıdırlar:
Vesvese, hassas ve asabî ruhlarda daha da zararlı bir hastalık ve meleke haline gelir. Böyle birisi, vesvese geldiğinde, zararlı olacağı endişesiyle telaşa ve vehme kapılır; sonra da bunu kalben, fikren ve im'an-ı nazarla büyütüp, kendine mal eder. Derken onu huy haline getirir ve onunla bütünleşir. Bu ise, şeytan karşısında ye'se düşüp, tam zarara uğramanın ifâdesidir. Bu hale ma’ruz kalmış biri, ümitsiz bir şekilde “Artık ben mahvoldum” deyip, mağlûbiyeti kabûl eder ve böylece önce merkezi şeytanın salvolarına açık hale getirir, sonra da onu terk eder.
Bir kumandan düşünün; ilerde sağ tarafta bir kaç madenî parlama görerek, düşman o taraftan saldırıya geçecek vehmine kapılır ve ordusunun sağ kanadını boşaltıp o tarafa sürer; sol tarafındaki dağlarda da ağaç yapraklarının kıpırdanmalarından, düşmanın saklandığı ve hücum edeceği düşüncesine kapılarak, ordusunun sol kanadını da oraya sevk eder. Neticede merkez, hasmın taarruz ve imha etmesine açık ve hazır hale gelmiş olur. Esasen bu, taktik bilememenin ve düşmanı tanımamanın ifâdesidir. Görüyorsunuz ki, şeytanın yaptığının vesvese adına bir kibrit çöpü kadar önemi yokken, insan onu azmanlaştırıyor, azgınlaştırıyor ve kendi başına salıyor. Evet, dikkat edelim, onu hayalimizde ve düşüncemizde büyütmeyelim.
9. Vesvesenin manyetik alanından ibâdet ile uzaklaşmalı ve psikolojik te’sirinden çıkılmalıdır!
Vesveseye karşı sizi vesvesenin manyetik alanından kurtaracak davranışlarda bulunun. Hadiste de ifâde edildiği gibi, böyle bir şey arız olduğunda, söz gelimi gadaplandığınızda, ayakta iseniz oturun, oturuyorsanız uzanın veya kalkıp abdest alarak iki rekat namaz kılın ve iç dünyânızda değişiklik yapın; ayrıca o sisi dağıtacak daha başka meşrû bir kısım davranışlarda bulunun! İrâdenizi devreye sokarak, psikolojinize te’sir edebilecek, elinizde olmadan içine düştüğünüz hava boşluğundan sizi çıkaracak veya tutulduğunuz elektrik akımından sizi çekip alacak küçük de olsa bir vesile arayın.! Efendimiz (sav), bir sefer dönüşü -bir defaya mahsus olmak üzere-yorgunluktan uyanamayıp sabah namazı kazaya kalınca, “Burayı derhal terkedin; şeytan burada hâkimiyet ve saltanat kurmuş” buyurmuşlardı.
Evet, her zaman şeytanın manyetik alanına karşı dikkatli olunmalı ve bilmeyerek içine girilmişse, çarçabuk oradan uzaklaşılmalıdır. Gaflet ve dikkatsizlik, şeytan ve şeytanî şeylere birer hüsn-ü istikbalse, evrad u ezkâr, Allah’ı ilan ve O’nunla irtibatlanma, bütün şer kuvvetlere karşı bir müdafaa, hattâ bir taarruzdur.
Meselâ, Efendimiz (sav) bir yerde, şeytanın ezan sesinden nasıl kaçtığını anlatır. Demek ki, onun ezana ve ezanın ihtiva ettiği manâlara tahammülü yok. Öyle ise, şeytan vesveselerle taarruza geçtikce, biz de
Allah ve Rasûlü’yle irtibatımızı kuvvetlendirmeli ve hep lâhûtî hâtıralara dalmalıyız. Efendimiz (sav)'in
Mi’rac yolculuğunu hatırlamanın vesveseyi, hususiyle namazda akla gelenleri, hattâ esnemeyi bıçak gibi kestiği ve keseceği söylenebilir. Keza bir yerde sol tarafınıza atacağınız üç tükürük, bir de bakarsınız onun geldiği sisli perdeyi yırtıverir. Şeytanın harama teşvik adına gelen vesveselerine karşı bazan yumruğu sıkıp meydan okuma, bazan da hafife alma manâsına tebessüm edip geçme, onun manyetik alanına karşı gerilimde bulunma ifadesidir.
Bir genç arkadaşımıza şöyle dediğimi hatırlıyorum:
“Şeytan, karşına çıkıp da bir harama bakmanı istediğinde şöyle düşün: Bakmakla elime ne geçecek?
Bakacaksın, o boş. Daha ileri götürsen, yine boş. Kaldı ki, imanının sana vereceği pişmanlık ve ızdırap da var.
Sonu böylesine boş, ızdıraplı ve karanlık olacak bir bakışın ne manâsı olabilir ki!” Esasen, insan kendini böyle ikna ederken, o haram manzara da çoktan kaybolup gitmiş olur.
Akla gelen her vesvese, her süslü manzara, gelecekte elde edilecek daha mükemmellerini düşünmekle izale olabilir.
Kur'ân'ın pek çok yerinde, dünyâ hayatının bir oyun ve eğlenceden ibâret bulunduğu ve gerçek hayatın Ahiret hayatı, yaşanacak gerçek yurdun da ahiret yurdu olduğu ifade edilir (A.İmran, 3/185; Ankebut, 29/64).
Vesvese, sana ıspanak ve tere otunu mu teklif ediyor; ama Allah (cc) diyor ki, orada peş peşe koparılmaya hazır meyveler var. (Hâkka, 69/23) Hem, dünyadaki gibi hazımsızlık, karın ağrısı ve defekasyon lüzumu da duymayacaksın. Buradaki haramlara nazar noktasından gelen vesveseye de aynı şekilde mukabele edilebilir. Ama biz, dünyânın bütün güzelliklerine karşı “İsteyene ver Sen anı, bana Seni gerek Seni” diyeceğiz. Yaz aylarının kavurucu sıcağını bahane ederek, şeytan sizi hizmetten ve irşad gayesiyle etrafa gidip gelmekten alıkoymak ve başkalarına yaptığı gibi sizi de deniz kıyılarına veya gölgesi serin mesire yerlerine çekmek mi istiyor? Ona Cehennem ateşinin çok daha sıcak olduğunu hatırlatıverin. Öyle zannediyorum ki, kalbinize atmak istediği bu vesvese, kendi gırtlağına tıkanıp kalacaktır.
Hem “Allah Rasülü (sav) ve O'nun sâdık yaranı ve arkadan gelen salihler bizi bekleyip dururken, benim şurada burada avare ve bana yakışmayan bir vaziyette dolaşmam hiç doğru olur mu?” diyerek, bu mevzûda şeytanın telkin etmek istediği gaflet ve rehavet vesvesesini izale etmek mümkün olur kanaatindeyim.
10. Abdest ve namazda “eksik mi yaptım?” şeklindeki vesveselere de önem verilmemelidir.
“Abdest ve namazda yanlış ve kusurum oldu mu acaba?” şeklinde gelen vesveselere de aldırış etmemek gerekir.
Böyle bir vesvese ilk defa vuku buluyorsa, o abdest veya namaz tekrar edilebilir. Ama mükerreren oluyorsa, sözgelimi bir abdest uzvunu yıkayıp yıkamadığından devamlı şüpheye düşen birisi, o zaman hiç vesveseye meydan vermeden, o uzvunu yıkadığını kabûl ederek namaza durmalıdır. Ve yine namazı kaç rekat kıldığı mevzuunda vesveseye mübtelâ olmuşsa, namazının tamam olduğu kanaatıyla hareket etmelidir.
Vesvesenin ilka ettiği şeyin üzerine üzerine gidilmelidir. Vesvesenin üzerinde durmak değil, aksine, tam tersi istikamette yürümek lâzımdır. Hiç kâle almadan, önem vermeden, yapılan yanlış bile olsa,
“Mezheplerimizden birine uyar” deyip geçmek maslahata binaen daha muvafık olur kanaatindeyim.
Gâye, şeytanın canına okuyup vesveseyi def’etmektir.
En Çok Okunan
-
SUAL: Seferi Olan Kimse Namazlarını Kısaltmadan Kılabilir mi? CEVAP: Seferde namazın kısaltılması ile ilgili şu rivayeti zikredebiliriz: ع...
-
Bu soruyu çok duymuşsunuzdur. Ve genelde hemen savunmaya geçmişsinizdir. Birçoğumuz Müslümanlar olarak İslamiyet'i iyi yaşayamadığımız...
İletişim Formu
Bu Blogda Ara
Etiketler
- Abdest (2)
- Aile (2)
- Akaid (1)
- Ariflerden Öğütler (15)
- Dergi-Makale Yazıları (6)
- Ehli Sünnet Akaidi (5)
- Fıkıh Bilgileri (11)
- Namaz (4)
Tasavvufi Notlar
Kadın 4 şeyle evini harab eder
Kadın 4 şeyle evini harab eder: • İnad, • şüphe, • öfke ve • sesini yükseltmek.
